Freitag, 26. Juni 2009

EN KÖTÜSÜNE HAZIR OLMAK…

Küresel kriz yoluna devam ederken…

Küresel kriz başlayıncaya kadar, kriz olacağı inkar ediliyordu. Hatta kriz büyürken, büyüdüğü de. Bu dönemde en küçük olumlu gelişme, krizin bitişinin müjdecisi olarak sunuldu. Ama bütün iddiaların aksine kriz önce yaklaştı, sonra başladı, sürdü ve derinleşti. Bundan sonrası ne olacak? Bu soru için iyimser cevap üretmek çok zor…

Krizin ABD’de başlamasının üzerinden uzun zaman geçti. Ancak, neredeyse birinci yaş gününü kutlayacak küresel kriz için henüz günü kurtarmayı hedefleyen bazı küçük adımların ötesine geçilemedi.

Piyasa uzmanları, bürokrasi ve siyaset dünyası hem ekonominin işlerliğini muhafaza etmek, hem de istikrarı korumak için iyimser mesaj vermeye özen gösteriyorlar. Bununla birlikte küresel süreç giderek daha fazla temkinli olmayı gerektiriyor. Krizin başlangıcından önce yaşanan gelişmeler ve krizin seyri, 1929’daki büyük buhranı çağrıştıran emareler içeriyordu. Ama görünen o ki bu kriz, 1929’daki büyük buhranı bile aratabilir.


Kurtarma paketleri ve devletlerin liberal ekonomiye -liberalizmi korumak için- muhafazakar devletçi müdahaleleri, ülkelerdeki emisyon hacmini olağandışı biçimde artırdı. Çığ gibi büyüyen işsizlik bir taraftan işgücü kaybına ve diğer taraftan emeğin ucuzlamasına yol açtı. Emek piyasalarında arz aleyhine bozulan arz-talep dengesi, istihdam eksikliğinin kronikleşmesinin yanı sıra yaşam standardının düşmesine ve çalışan kesimin de fakirleşmesine yol açtı.


Benzer bir süreç Almanya’da Weimar döneminde de görülmüştü. O dönemde yaşanan kriz ile içinde bulunduğumuz kriz arasındaki fark ise “dip nokta” deyiminin henüz bilinmiyor oluşuydu. 1923 yılında hiper enflasyon baş gösterdi. Piyasaların çökmesi sonucu kağıt para hurda kağıt haline geldi. Kâğıt paralar, üzerindeki gösterişli rakamlara rağmen soba yakmak için kullanıldı. Bir ekmek, bir el arabası dolu para ile alındı.

Weimar Dönemi Almanyası’nda bu facianın yaşanmasının nedeni, büyük bütçe açığı, kronik işsizlik, toplumdaki tedirginlik ve sistemdeki güvensizlikti. Elbette bu işaretlerin görüldüğü her yerde hiper enflasyon olacağı düşünülemez. Ancak, tüketimin durması, toplumların krizin derinleşeceği bilgisi ile tasarrufa ve stokçuluğa yönelmesi, kırılganlığı artan sistemin sonunu getirebilir.

Almanya Weimar döneminde, gelirinin %50’sini yeni para basarak temin ediyordu. Almanya’daki bu trajik dönem, bugünkü dünya şartlarına ve ABD’nin güncel durumuna bir dizi benzerlikler gösteriyor. Küresel kriz, başta ABD, İngiltere ve Japonya olmak üzere birçok devleti emisyon hacmini artırmaya mahkum etti. Almanya kazanacağından emin olduğu Birinci Dünya Savaşı’nı kaybedenler tarafında tamamladıktan sonra, ekonomisindeki ağır tahribatı gidermeye çalıştı. Hiper enflasyon 1921-1923 döneminde yaşandı. Küreselleşmenin 19. Asır’da dünya ekonomisine getirdiği tahribat Birinci Dünya Savaşı’na yol açarken, savaş sonrasındaki Almanya’nın hiper enflasyonu ve ABD’deki büyük ekonomik kriz İkinci Dünya Savaşı’nın perde arkasında yer aldı.

Almanya, Kasım 1923’te hiper enflasyonu arkasında bırakırken, para birimi Reichsmark, 1914’teki değerinin milyarda birine sahipti. Çünkü Almanya o dönemde makro ekonomik verilerde iyileşmeyi sağlamaya çalışırken, 1919’dan 1923’e kadar vergileri artırmadı. Buna karşılık ağır savaş tazminatlarını ödemesi gerekiyordu. Bu durum bütçe açığının kontrolden çıkmasına yol açtı. Almanya, faizleri enflasyon oranının altında tuttu, sürekli para basarak çözüme ulaşmaya çalıştı. Bu işlemin basit bir mantığı vardı. Faizler düşürüldüğü için sistemi elinde tutuyordu. Devlet paranın basım masrafı ile emisyon değeri arasındaki farkı kar olarak kullanarak sistemi yürütüyordu.

Bugün de ABD, İngiltere, Japonya ve daha birçok devlet, sistemi ayakta tutmak için para basıyor ve faizleri düşürüyor. ABD Merkez Bankası sistemin işlerliğini sürdürmek için hazine tahvili satın alıyor. ABD Merkez Bankası’nın hazine tahvili alımına ilk altı ayda 300 milyar USD ödediği biliniyor. Bu rakam yılsonuna kadar iki katına ulaşabilir. İngiltere Merkez Bankası da aynı yolu izliyor. Banka, yılın ilk çeyreğinde devlet tahvillerine 75 milyar Pound yatırdı. Bu rakamlar, ABD’nin devlet harcamalarının %15’ine ve İngiltere’nin devlet harcamalarının %65’ine denk geliyor. Bu rakamlara bakıldığında Washington DC’nin, Weimar’ın %50’lik oranına yaklaşmaya başladığı ve Londra’nın da bu rakamı aştığı söylenebilir.

Tam burada cevap bulunması gereken bir soru var. “Eğer İngiltere Weimar döneminde Almanya’nın ulaştığı %50’yi aştıysa, neden bugün hiper enflasyon yaşamıyor?”

Hatta ikinci bir soru, durumu daha da karmaşıklaştırıyor. “İngiliz Pound’u nasıl uluslararası piyasalarda kriz öncesindeki gücünü koruyor?”

Aynı şekilde, “İngiltere gibi, karşılıksız para basarak emisyon hacmini şişiren ve bütçe açığını olağandışı biçimde artıran ABD’de dolar nasıl istikrarını koruyor?”

Pound dokuz yıl önceki gücüne sahip. Dolarda da henüz bir çöküş gözlemlenmiyor. Pound ve doların Reichsmark ile aynı kaderi paylaşmamasının bir nedeni var.

Almanya’da Weimar döneminde farklı bir operasyon yaşandı. Yabancı yatırımcılar değeri düşen Reichsmark üzerinden para kazanmak için spekülatif yatırımlar yapıyordu. Yabancı yatırımcı kâğıt alıyordu ve yeniden satıyordu. Alış ve satış arasında geçen zamanda kâğıdın değeri düşüyordu. Yoğun biçimde yapılan bu spekülasyon Reichsmarkı ve onunla beraber Alman ekonomisini altüst ediyordu. Çünkü özel bankalar büyük krediler açıyordu. Açılan krediler de bu spekülasyonda kullanılıyordu.

Reichsmark hızla değer yitirse de bu hareketlilik sistemi sürdürüyordu. Yatırımcılara verilen krediler gerçekte göründüğünden daha değersiz hale geliyordu. Özelleştirilen Merkez Bankası (Reichsbank) bu operasyonu destekledi. Ama Alman Merkez Bankası bir süre sonra piyasanın banknot ihtiyacını karşılayamaz hale geldi. Ancak, sistemin istikrarını korumak için özel bankalara verilen yetkiler artırıldı. Bankalar olmayan paralarla işlem yapmaya ve faiz karşılığında para vermeye başladı. Bu verilere göre Almanya’nın Weimar döneminde yaşadığı hiper enflasyonun sadece Almanya yüzünden ortaya çıktığını düşünmek yanlış olur.

1933’te Nazilerin iktidarı ele geçirmesi, yaşanan hiper enflasyon döneminin devamında geldi. Çöken ekonomi, ağır savaş tazminatları, yabancı yatırımcıların ilgisizliği ve mali kaynak yetersizliği, çaresizliği kışkırttı. Kışkırtılan çaresizlik öfkeyi doğurdu. Tam istihdam arayışı ve rövanş telaşı, dünya tarihinin yönünü değiştirdi. Naziler Almanya’yı dört yılda Avrupa’nın en güçlü ekonomisi haline getirdi. Bunun sırrı kamu yatırımlarının artmasında gizliydi.

Almanya Nazi döneminde -Weimar döneminin aksine- doğru bir adım attı. Enflasyon, piyasada “paranın” “mal ve hizmetlerden” hızlı artması ile ortaya çıkar. Almanya’da Nazi döneminde para, üretimin finansmanında kullanıldı. Böylece “para” ile “mal ve hizmetler” beraber artarak dengeyi sürdürdüler.

Weimar döneminde ise “para” spekülatörlere ödeme yapmak için basıldı. Böylece piyasada “para” artarken, “mal ve hizmetler” artmadı.

Bugüne gelirsek, ABD ekonomisi kurtarma paketleri ve bunların uygulamaları ile yeni bir süreç yaşıyor. Bu süreçte ekonomi doğru önlemler ile iyileşme yolunda ilerleyebilir. Almanya örneğinde görüldüğü gibi ABD’nin iyileşme sağlamak için piyasada “para” ile “mal ve hizmetlerin” beraber artışını sağlamak için “parayı” her şeyden önce “üretimin finansmanında” kullanması gerekir.

Obama’nın programında yer alan altyapı yatırımları arz ve talebin beraber yükselmesi sürecini de başlatabilir. Ama ABD’de, İngiltere’de ve Japonya’da “para”, spekülatörlerin ve yatırımcıların hesap defterleri ve muhasebe kayıtlarını “yolunda” tutmak için basılır ve piyasaya verilirse –şu anda yaşanan durum bu- dip nokta düşünülenden daha derin ve daha uzun olabilir.


Her şeyden önce ekonomisi üretmeyen, üretimi teşvik etmeyen, ekonomisini değerli kağıt piyasaları ile yürüten ülkeler dip noktada “en kötü olasılığı” yaşayabilirler. Ayrıca Almanya örneğinde görülenden hareketle “Nazi dönemindeki Almanya gibi” krizden çıkış yolu arayanlar, “Weimar dönemindeki Almanya gibi” ülkelerde benzer spekülatif yatırımlar yaparak hareket edebilirler.

Bir örnek vermek gerekirse; ABD AIG adlı sigorta şirketinin Goldman Sachs adlı finans kuruluşuna olan borcunu ödemesi için 12,9 milyar USD verdi. Bu para üretim için değil, spekülatif yatırımlar için harcandı. Bu sayede hesap defterleri ve muhasebe kayıtları düzeltildi. Bu paranın karşılığı da yok. Emisyon 12,9 milyar USD arttı ve bütçe açığı hanesindeki rakamı yükseltti. ABD’den de dünyanın başka ülkelerinden de bu konuda çok sayıda örnek vermek mümkün. Söz konusu zararlar kişileri, şirketleri ve devletleri -tıpkı doğadaki seleksiyonda olduğu gibi- kendisinden daha az sağlam, daha az korunan ve daha az güçlü olanla dengelemeye çalışacak. Çağımızın garip ve içi boş -biraz da tiksindirici- estetik ve saygı anlayışı ile piyasadan “para” toplayıp kendi piyasasında “mal ve hizmetleri” dengeleme çabası elbette “kurt kanunu” -düşeni ısırırlar- ile yürüse de “yardım paketi” ve “küresel dayanışma” ve “yabancı sermaye enjeksiyonu” gibi hoş ve cazip isimlerle olacak.

Küresel kriz bir anda ve beklenmedik biçimde hiper enflasyona yol açabilir. Güçlü ekonomiler krizi hafifletmek için “para” basıp harcarken, bunu “mal ve hizmet” üretimi ile dengeleyemedikleri için hiper enflasyon yaşayabilirler. Bunu önlemek için korumacı davranmayan ve daha zayıf olan ekonomilere yönelik spekülatif yardım operasyonları yürütebilirler. Böyle bir durumda güçlü ekonomi hiper enflasyon tehlikesinden uzaklaşarak kendi piyasalarını dengelerken, daha güçsüz olan ekonomi bir sabah hiper enflasyon ile uyanabilir.


Kaynak

Keine Kommentare: